22 Haziran'da Amerika Birleşik Devletleri, İran'ın Fordo, Natanz ve İsfahan'daki nükleer tesislerini hedef alarak "Gece Yarısı Çekici" adını verdiği bir askeri harekât başlattı. Bu saldırıyla birlikte ABD, fiilen İsrail-İran savaşına dahil olmuş oldu. Ancak ilginçtir ki, bu açık saldırıya rağmen ABD yönetimi kendisini savaşın parçası olarak görmediğini iddia ediyor.
Saldırının hemen ardından konuşan bir ABD'li yetkili, bu operasyonun sadece "tek seferlik" bir müdahale olduğunu, rejim değişikliğini amaçlamadıklarını ve İran'a bu mesajın net biçimde iletildiğini söyledi. Ancak Donald Trump'ın daha sonraki açıklamaları bu ifadeleri gölgede bırakıyor. Trump, "Rejim değişikliği politik olarak uygun bir terim olmayabilir ama eğer İran mevcut haliyle ülkesini 'yeniden büyük' yapamıyorsa, neden değişmesin?" diyerek adeta üstü kapalı bir tehditte bulundu.
ABD, kendisini dünyanın jandarması gibi görmeye devam ediyor. Uluslararası hukukta başka ülkeler tarafından yapıldığında "savaş ilanı" olarak nitelendirilecek eylemleri, ABD gerçekleştirdiğinde "operasyon" adı altında meşrulaştırılıyor. En çarpıcı örnek, Trump'ın Fordo nükleer tesisine "tam kapasite bir bomba" atıldığını övünerek anlatması ve ardından "Artık barış zamanı" demesi. Bu açıklamanın hemen ardından İran'a yönelik saldırıyı "tarihi bir an" olarak tanımlayıp, İran'ın masaya dönmesi gerektiğini söylemesi, ABD'nin çelişkili ve baskıcı tutumunu net biçimde ortaya koyuyor.
İsrail'e sağlanan askeri destekle başlayan süreç, İsrail'in yetersiz kalması sonrası ABD'nin doğrudan müdahalesine dönüştü. Şimdi ise bu askeri hamlenin ardından İran'a "gel müzakere edelim" deniyor. Gerçekten istenen barış mı, yoksa bir teslimiyet anlaşması mı?
Asıl hedefin sadece İran'ın nükleer programı olmadığını görmek zor değil. İran'ın da tıpkı Irak, Suriye, Lübnan ve Libya gibi, ABD ve İsrail'in çıkarlarına uygun biçimde şekillendirilmesi hedefleniyor. Bu, Büyük Ortadoğu Projesi'nin uzun süredir yürütülen bir parçası. Sınırlar, rejimler, sistemler değiştiriliyor; ama hep aynı coğrafya kanıyor.
İran bu saldırıya karşılık verecek mi? Saha gözlemcileri ve uluslararası medya, İran'ın bölgede ABD üslerini hedef alabileceğini gündeme getiriyor. İran lideri Ali Hamaney'in danışmanı Ali Şemhani, saldırıda kullanılan ABD üslerinin artık "meşru hedef" olduğunu vurguladı. İran Devrim Muhafızları da ABD'yi "barışçıl bir tesise saldırmak suretiyle doğrudan saldırgan taraf haline gelmekle" suçladı.
BBC, ABD'nin bölgede konuşlu 40 ila 50 bin personelinin ve üslerinin artık hedef haline geldiğini belirtirken, Daily Telegraph da İran'ın öncelikli olarak Irak ve Suriye'deki üsleri hedef alabileceğini öne sürdü. İran'ın elinde, bu üsleri vurabilecek menzilde çok sayıda balistik füze bulunuyor.
Bu arada ABD'nin saldırıdan önce İran nükleer sahasında olağandışı hareketlilik tespit ettiği öne sürülüyor. Maxar Technologies'in uydu analizleri, Fordo yakınlarında olağanüstü bir kamyon trafiği olduğunu ve bu araçların büyük kısmının santralden uzaklaştırıldığını ortaya koyuyor. Uzmanlar, İran'ın tesisi boşaltıp mühürlemiş olabileceğini ifade ediyor. Bu da İran'ın saldırıdan haberdar olduğunu ve gerekli önlemleri almış olabileceğini düşündürüyor.
Trump'ın günler öncesinden "Bu hafta çok şey değişecek" açıklamaları, B-2 bombardıman uçaklarının medyada açıkça yer alması ve saldırının adeta ilan edilerek yapılması, bu operasyonun bir güç gösterisi olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Ancak hangi gerekçeyle yapılırsa yapılsın, egemen bir ülkenin topraklarına düzenlenen saldırı uluslararası hukuka göre savaş eylemidir.
ABD eğer saldırı öncesi haber vererek kendini aklayabileceğini sanıyorsa, İran da benzer bir şekilde karşılık vererek aynı yolu izleyebilir. Bu noktada her iki tarafın bir denge arayışında olup olmayacağı zamanla ortaya çıkacak.
Temennimiz, bu savaşın daha fazla büyümeden son bulması. Çünkü olası bir dünya savaşı, sadece İran, İsrail veya ABD'yi değil, başta Türkiye olmak üzere tüm dünya ülkelerini derinden etkileyecektir.
Ancak dileklerle devlet yönetilmez. ABD ve İsrail'in Ortadoğu'daki emperyalist projeleri artık net bir şekilde ortadadır. Bölge halkları ve dünya kamuoyu, bu saldırgan politikaların karşısında durmalı; barışı değil, adaleti savunmalıdır. Çünkü yarın çok geç olabilir.